Sat. Mar 15th, 2025

Blog Rehberlik

Gelecek Yolunda Rehberlik

PSİKOTERAPİDE DİRENÇ KAVRAMI

Gelecek Yolunda Rehberlik

Danışanda “terapiyi terk etme, seanslara gecikme, seansı unutma, seansta uzun süre sessiz kalma, gereksiz yere lafı uzatma, uyuklama, terapistin her söylediğine katılma, terapisti mutlu edecek rüyaları seansa getirme” gibi, tedaviye karşı koyan tüm etmenlere ve güçlere “direnç” adı verilmektedir.

Bir başka tanıma göre ise direnç, danışanın danışma yardımı almasına veya seanslar arası dönemde ve danışma bitiminde problemleri ile baş etmesini sağlayacak becerileri edinmesine engel olan her türlü davranış, düşünce, duygusal tepki ve bireyler arası iletişim tarzıdır. Direnç, psikoterapilerin kaçınılmaz bir parçası olabilir ve uygulanan terapi modeline göre de farklılık göstermektedir.

Direnç, danışandan kaynaklanabileceği gibi danışman ve farklı sebeplerden ötürü de oluşabilmektedir. Mesela psikolojik danışmanın ne olduğunu bilmemek, yardım sürecinin amacının danışanın amacından farklı olması, danışma sürecinin küçük düşürücü olarak görülmesi, danışmandan hoşlanmamak, danışman ve danışan arasındaki kültürel farklılıklar ya da danışma sürecinde kullanılan teknikler direncin oluşumuna neden olabilmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken dirençli olan danışanları “zor danışan” olarak etiketleme eğiliminin psikolojik danışmanlar arasında yaygın olduğudur. Unutulmaması gereken husus danışman için birlikte çalışmanın kolay olduğu danışanlar nadirdir. Çünkü genelde psikolojik danışma ihtiyacı olan kişiler önemli duygusal, bilişsel ve sosyal bozuklukları olan kişilerdir. Aksi halde zaten psikolojik danışmaya ihtiyaçları olmayacaktır. Bu açıdan bakıldığında terapi ortamında direncin varlığı normal ve beklenilen bir durumdur.

Farklı Psikoterapi Modellerine Göre Direnç

Psikanalitik Terapi

Freud’a göre psikanalizde direncin varlığı hastalarının bilinçaltında yatan dürtü, duygu ve düşüncelerinin bilinç düzeyine çıkması durumunda, egonun bundan duyacağı duygusal ve düşünsel acıyı engellemek adına ortaya koydukları bir savunma biçimidir. Bu görüşten yola çıkarak aslında psikanalize göre direnç id ve ego arasındaki mücadeleden kaynaklanmaktadır. Psikanalitik sürecin amacının bilinçdışı malzemenin sansürlenmeden uzak bir şekilde bilince getirilmesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, hastanın bu tür bir savunucu tutum içerisinde olması direnci işaret etmektedir.

Direncin ruh çözümleme sürecinde engelleyici bir yapı gibi görünmesine rağmen Freud direnç gösteren hastanın aslında bir iç görü edinmeye çalıştığını ve bu nedenle direnci antiterapötik bir faktör olarak görmek yerine analiz edilerek terapötik işlevsel bir faktöre çevrilebileceği fikrini ortaya atmıştır. Burada terapistin görevi hastanın direnciyle yüzleşmesini sağlamak, nedenleri hakkında konuşmak ve yorumlamalarda bulunarak, direnci hakkında bir iç görü ve farkındalık kazanmasını sağlamaktır.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Bilişsel Davranışçı Terapistler, direnci terapide normal bir olgu olarak görmeleri bakımından psikanalistlerle benzerlik göstermektedirler. BDT’ye göre çoğu danışan psikolojik danışmaya, kendi kendine uzun süredir çözemediği problemlerine bir yardım bulma ve değişme arzusuyla gelmektedir. Fakat danışanlar ilk olarak, terapiye gelmenin hayatlarında bir takım değişikliklere yol açacağını bilmektedirler ve bu her ne kadar yapmayı istedikleri şey de olsa harekete geçmeye ikna olmaları zaman alabilmektedir Öte yandan danışanlar bulundukları noktaya gelinceye dek harcadıkları zamanı ve bu süreçte sarf ettikleri çabayı yok saymak istememektedirler ve bu yüzden değişim fikri danışanları zorladığı için dirence başvurmak kaçınılmaz olabilmektedir. Kısacası değişim risklidir.

Ellis (1985)’e göre direncin altında çoğu danışanda gözlemlediği “-meli/malı” düşünceler, gerçekçi olmayan beklentiler ve mantık dışı inançların yattığını dile getirmiştir. BDT’ye göre danışanlar duygu ve düşüncelerine göre farklı boyutlarda direnç gösterebilmektedirler. Bu boyutlardan birisi öz tutarlılık direncidir. Danışanlar, sahip oldukları olumsuz düşüncelerle çelişmemek adına terapötik süreçte bunları haklı ve mantıklı kılacak birtakım uğraşlar içerisine girebilmektedirler. Şematik direnç ise danışanın sahip olduğu şemaların rol oynadığı dirençtir. Örneğin, “Psikolojik danışman deli doktorudur.” şeklinde bir şemaya sahip olan birey, danışma sürecine ve psikolojik danışmana karşı da olumsuz bir tutum gösterebilmektedir. Onaylanma direnci, danışanın psikolojik danışman tarafından sürekli anlaşılma ve onaylanma beklentisi içerisinde olduğunu işaret eder.

Bu boyutta danışanlar sıklıkla aynı problemi defalarca dile getirirler, kendileriyle her daim empati kurulmasını bekler ve bu olmadığında psikolojik danışmanı suçlayabilmektedirler. Direncin bir diğer boyutu olan ahlaki dirençte, danışanların katı ahlaki tutumları ve çoğunlukla “-meli/malı” düşünce biçimi rol oynamaktadır. Örneğin, bir günde onlarca kez ellerini yıkamasını “Temizlik imandan gelir.” düşüncesiyle mantıklı kılmaya çalışan bir danışan, değiştiği takdirde kendi ahlaki kurallarının dışına çıkacağını düşünerek buna engel olmak isteyecektir. Bunların dışında danışanların kurban rolü yapması, riskten kaçınma, kendini sabote etme ve terapötik sürecin kurallarını yerine getirmemeyi işaret eden prosedüre direnç kavramları da BDT’ye göre direncin diğer boyutlarıdır.

Varoluşçu-Birey Merkezli Terapiler

Hem varoluşçu hem de birey merkezli yaklaşım, direnci, danışanın kendisini tehdit altında hissetmesiyle ortaya koyduğu bir savunma ve korunma yolu olarak görmesi bakımından birbirine benzemektedir. Birey merkezli yaklaşım tarafından bakıldığında bu tehdidin kaynağı psikolojik danışmandır. Daha öncede belirtildiği gibi danışmandan kaynaklanan psikolojik danışmanın terapötik süreci kısa kesmek adına, danışanın henüz yüzleşmeye hazır olmadığı duygusal durumları tartışmaya açmaya doğru olmayan davranışlarının bir sonucudur. Birey merkezli yaklaşım bakış açısına göre danışanın değişim için gerekli öğrenmeleri sağlama ve kendisi hakkında farkındalık seviyesini arttırma potansiyeline sahiptir. Ancak psikolojik danışmanın, danışanı özgür bırakıp onun için gerekli ve yeterli terapötik koşulları sağlamak yerine, zorlama yoluna gittiğinde dirençle karşılaşması kaçınılmaz olacaktır.

Varoluşçu bakış açısından direnç, kişinin psikolojik bir boşluk içerisinde kendi özünü ve dünyayı anlamlandırması yönündeki inşasının terapötik çalışma içerisinde bireyin inşa ettiği bu kalkanın tehdit edilmesinin sonucudur. Kendi inşasında “ben bir erkeğim”, dünya inşasında “erkekler gerçekçidir” ifadelerini benimseyen bir danışan, “o halde ben gerçekçi biriyim ya da öyle olmalıyım” ifadesini de benimseyecektir. Ancak danışanın bu düşünce yapısı zarar görme tehdidiyle karşı karşıya geldiğinde, örneğin psikolojik danışman, onun gerçekçi olmadığıyla ilgili bir yüzleştirme yaptığında, danışanın direnç göstermesi doğal olacaktır.

Yukarıda ifade edilen tüm yaklaşımlar için, direncin bir savunma veya bir kalkan olduğu düşüncesi ortaktır. Psikanaliz için egoyu koruma işlevi olan direnç, bilişsel-davranışçı yaklaşıma göre danışanın sahip olduğu bilişsel şemaları ve bilişsel süreçlerini koruma amacı taşımaktadır. Benzer şekilde varoluşçu yaklaşıma göre direnç gösteren danışanlar aynı zamanda kendi öz ve dünya inşalarını yani anlam yapılarını olası bir zarardan korumaya çalışmaktadır. Birey merkezli yaklaşıma göre ise direnç, yanlış psikolojik danışman tutumlarına karşı kendini tehdit altında hisseden danışan tarafından oluşturulan doğal bir savunma biçimidir.

Direnci Anlamak, Değerlendirmek ve Çözümlemek

Direnç, danışma sürecinde üstesinden gelinmesi, ortadan kaldırılmasa dahi psikolojik danışman tarafından yönetilmesi gereken bir olgudur. Burada direncin yönetilmesinden ziyade aslında onu ortadan kaldırmak için enerji harcamak yerine, psikanalizde ifade edildiği gibi terapötik bir faktöre çevirmek adına uğraşmaktır. Psikanalitik modeli temele alarak dirençle çalışırken, danışanların konuşmak istemedikleri konu ve kişiler ya da hatırlamakta zorlandıkları anıların psikolojik danışman tarafından fark edilmesi, danışanların gösterdikleri direnci ve onun nedenlerini fark etmeleri için doğru anda yorumlanması gereklidir. Psikanalizden farklı olarak birey merkezli yaklaşımı temele alan bir psikolojik danışman ise direncin üstesinden gelmek için, direkt olarak direnç kavramına odaklanmak yerine kendini değerlendirmesinin yeterli olacağını düşünecektir. Burada bir noktaya dikkat etmek gereklidir. Bir kuramın sahip olduğu, belli bir kavramın doğasına ilişkin temel görüşlerin, müdahale biçimini de nasıl şekillendirdiği anlaşılmalıdır.

Egan (2005)’ e göre dirençle karşılaşan bir psikolojik danışman, kendini değerlendirmeden önce durumu daha kötü bir hale sokmamak için kendi duygusal tepkilerini kontrol altına almak zorundadır. Direnç gösteren danışana karşı öfke duymak, saldırganlaşmak, direncin kendi başına yok olmasını beklemek ya da danışma sürecinden beklentilerini düşürmek pek işlevsel olmayacaktır. Danışman, terapötik süreçte işe tepkilerini kontrol altına aldıktan sonra kendini değerlendirmeye danışanlara ilişkin genel inançlarını sorgulayarak başlayabilir. Bir diğer taraftan psikolojik danışmanın, kendini suçlamadan kendi müdahalelerinin niteliğini gözden geçirmesi de direnci yönetmede önem taşımaktadır. Aynı zamanda psikolojik danışmanın uzman pozisyonunda durması yerine danışanlarla iş birliğine dayalı gerçek bir ilişki kurabilmesinin dirence karşı atılmış işlevsel adımlar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.  Psikolojik danışman, yalnızca kendi tutum, düşünce ve yöntemlerini gözden geçirmekle yetinmeyerek danışanın sahip olduğu dirence ilişkin bilişsel süreçleri, beceri eksiklikleri ya da çevresel faktörleri bir araştırmacı gibi keşfetmeyi de deneyebilmesi gerekir.

Özetle, bir psikolojik danışmanın temele aldığı kuram ya da danışmanlık tarzı ne olursa olsun, danışanın dilinden konuşabilmek ve doğru empatiyi kurabilmek,  direncin ket vurduğu, engellediği terapötik süreci sağlıklı şekilde sürdürebilmesi yönünde bir anahtar niteliği taşımaktadır.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *